29 Aralık 2017 Cuma

Hissetmiyorum

O meşhur korkular burnumun ucunda ölüm gibi bekliyor... Gece rüyalarıma giren, aklıma geldikçe elimi ayağımı titreten o meşhur kaybetme korkuları bir saat kadar uzağımda ve gram acımıyor.

İtiraflar basit birer cümleye dönmüş, ne söylesem nafile hissi sarıp sarmalıyor tüm bedenimi. Kaçınılmaz olduğu aşikar, ancak ilk günlerde verdiği acı hiç bitmeyecek gibiydi. Korkma vesselam, kaybetmek görecelidir, kimin kaybettiğine bakmalı uzaklarda bir çay bahçesinde.


8 Aralık 2017 Cuma

Veda-i İftihar

Asıl korku vedalaşma değil , vedalaştıklarımızdır. Gidip dönmemek, dönüp bulamamak, değişmek ya da kaybetmek korkusudur vedanın bir diğer adı. Geleceğe dair içinde uçuşan kelebekler ve geçmişte bıraktığın derin izlerin siyah beyaz kombinasyonu sonucu oluşur en korkunç vedalar. Güneşin yakıp kavurduğu sıcak asfalta değen buz gibi bedenlerin kasveti her şeyi daha zor bir hale getirir. Bir zamanlar hiç bir şeyden korkmadığına inanırken yıllar sonra bütün korkularını bir veda öpücüğü ile sırtına alır ve sonunda ne olacağını hiç bilmediğin uzun yollara koyulur gidersin. El sallamak bir ritüel olmuş ancak içinden geçen koşa koşa inmek ve tekrar tekrar sarılmak vedasından korktuğun her şeye, ağlamak hiç utanmadan.


30 Kasım 2017 Perşembe

Bir Küçük Hezimet

Bazen hayallerimi yazıyorum, bazen hayal kırıklıklarımı. Mutlu olduğum anları, gerçekleşen hayallerimi ya da seni zerre ilgilendirmeyen zaferlerimi yazmak isterdim.

Fakat benim hayatımda neredeyse iyi giden hiç bir şey yok. Bu kez yıllarımı çöpe attığım için burdayım ve yine nedeninin hiç bir önemi yok. Konu olarak temamız şu ki okul için geldiğim, hayatımın işi olacak işe girdiğim ve koca bir 5 yılımı verdiğim bu siktirboktan şehirden elimde bir hiçle eve dönüşüm. Ailem, dostlarım, eski sevgilim, ilkokul arkadaşım ve daha nicelerine göstere göstere pes edişim.

Hayat her gün aleyhimize işleyen, benim için genelde kaybedilen bir kumar. Hayatımın aşkı buralarda bir yerlerde, Ege semalarında satın alacağım evin parası, emeklilik ikramiyem, gençlik anılarım ve daha niceleri birkaç gün sonra ellerimden kayıp gidecek. Bir devrim şarkısı vardır, yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe, der ve öylece çalıp gider. İşte o şarkıdaki notaları çalıyor her bir parçam. O şarkıyı bağıra bağıra söylüyor yüreğim, ağlamıyorum ancak ağlamalıyım. İçimde biriken bu kaybediş filmini ağlayarak bitirmeliyim.

Öyle işte, tadım kaçtı. Kendine iyi bak.


17 Ekim 2017 Salı

Küçük Beyaz Tuz Parçası

          Öylesine soruyorsunuz halimi hatrımı, öylesine işte; maksadınıza ulaşmak için gerekli bir cümle haline dönmüş "Nasılsın" demek.

          Kimsenin umurunda değil gözlerden akan yaşlar, uykusuz geceler, vakitsiz uyanıp tek kadehte sarhoş olmalar. Kimse kaç saattir beklediğime dikkat etmiyor, kimse ne zaman geleceğimi de önemsemiyor ben onlara gırtlak patlatırcasına bağırırken. Kimse geçmişimde geçtiğim sokaklardan 20 sene sonra neden geçtiğimi sormuyor, rüyamda sayıkladığım ismin kime ait olduğunu merak etmiyor. Kimse "Hakikaten ya, nasılsın?" demiyor. Sormuyorlar yaşıyor muyum acaba beni yalnız bırakıp gittikleri fırtınalı denizlerden sağ çıkabildin mi, iyi miyim diye merak etmiyorlar.

          Bir kağıt ve bir kalemden başka bir şey yaratmadılar saçma sapan sohbetler ardında, sahte gülüşler, kibirli bakışlardan sonra benden başka kimseyi bulamadılar. Çünkü siz bensiz yaşadıkça ben daha çok maruz kalacağım aklımı kemiren deli duygulara, devrimci şiirlere, Dünya edebiyatına belki. Ama ben sizden mahrum kalmıyorum, ben sadece duyar oluyorum içimdeki çığlıkları. Kağıtlar eskitip kalemlerle savaşıyorum en derin yaralarıma karşı.

          Ve öylesine yazıyorum buraya. Umarsız, sonucu olmayan ve okunmayan yazılar yazıyorum emekli olduktan sonra verandada kitabımı okurken aklıma gelip tek başıma okuyacağım yazılara. Öylesine boş, öyle gelip geçici...

27 Eylül 2017 Çarşamba

Son G'ece

          Gözlerinden uyku akarken, uyumak yerine bir hayal daha kurmaya çalışmak kadar masum sevmek. Ele avuca gelen bir şey olsa ya bi' ceylan olurdu kirli bir ırmaktan su içen ya da rengarenk bir kuş kuru dallara tüneyen.

          İşte bu yüzden zor geliyor bunu yapmak, sevmek, sevilmekten bahsetmek zor geliyor. Dünyanın böyle boktan bir hal aldığını gördükçe ne o ceylanı avlayan timsaha engel olabiliyorsun ne de bir ağacın var o kuşu çağırabilecek. Yıllar geçse de kirli ırmağın suyuyla, yeşil rengini unutmuş olsak da o ceylan da kuş da yaşamaya devam ediyor oysaki... Küçücük yüreklere sıkıştırılmış ön yargılar, korkular ve hırçınlık yüzünden sevemedik kimseleri. Sevdiğimize inandıramadık, kalplere sıkıştırılan o boktan şeylerin arasında beyaz bir kelebek, rengarenk bir çiçek, hoş bir rahiya olamadık hiç bir zaman. Ancak bir yere de varamadık kapkaranlık zihinlerin arasından sıyrılıp.

          Karşısına geçip neler söyleyeceğimizin planlarını yaparken söyleyebildiğimiz asıl kelimeleri unuttuk, benliğimizi yitirdik günden güne. Uykularımız her kaçtığında biraz daha denedik daha güzelini, onun için daha güzelini, yapmak için. Olmadı; bizim için güzel olmayan şeyleri yapmaya başladık o güzel görsün diye. O gitti, güzel olmayan şeyleri bize bıraktı. Ne korkunç bir kayıp. Halbuki sen olabilsen, ben olabilsem karşısında, tamı tamına, eksiksiz... Ne muazzam bir manzara olurdu kim bilir..

          Sen sevdiğin filmlerden bahsediyorsun, sevdiğin müziği dinliyor, sevdiğin tarzda şiirler okuyup kitapların sadece kapaklarına bakıyorsun. Sabırsızlıkla beklediğin film vizyona girdiğinde gönül rahatlığıyla gidiyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ya da bağıra bağıra gülüyorsun. Çay içiyor, pazar günleri ormanda yürüyüşe çıkıyorsun. Tamamen isteyerek, severek. Ve o da seni seviyor. Belki de sırf ona benzemeye çalışmadığın için seviyor, belki de o da aynı şeylerden hoşlanıyor ya da ne bileyim belki hep böyle bir hayat istemiştir kimselere söyleyemeden. Ama seni seviyor, sen olduğun için.

          Replikler yazıp söylediklerinin karşısında vereceğim cevapları düşünmeyi bıraktım. Karşısına çıktığımda ben olacağım, iki kelimeyi ezberlemeye çalışan biri değil, iki çift göze bakarak cilt cilt romanlar yazan ben olacağım karşısında. Umarım karşısına çıktığımda madalyonun diğer tarafındaki ben ortaya çıkıp bütün kelimelerin sonuna saçma sapak ekler getirip her cümlenin sonunda nefes nefese kalmaz, terleyip ellerini arkasına bağlamaz edebi cümleler kurarken. Bana şans dilemeni isterdim ama bunu okuduğunda ya yeniden doğmuşçasına mutlu olacağım ya da çoktan kaybedip köşeme çekileceğim. Önemli olan, sen bunu okuduğunda geç kalmamış olman.

"Vakit varken tomurcukları topla, zaman hala akıyor ve bugün gülümseyen bu çiçek yarın ölüyor olabilir..." Mükerrer.

21 Eylül 2017 Perşembe

Söz Savaşları


          Hayat...
          Söylerken öyle çok şey bekliyor ki insan; acılar, güzel şeyler, sevmek, sevilmek, bazen zengin olmak, bazen gezgin. Sabaha beklediğin güzel bir haber için heyecandan uyuyamamak, uyandığında o iyi haberin gelmemesi bazen hayat.

          Bu da söylerken basit geliyor, olası bir durumdur. Fakat bu duruma maruz kaldığında zaten iyi gitmeyen koca bir günü uykusuz geçirdiğinde, onca işin gücün arasında kalbindeki sızı, aklındaki sorular, bunaltan sıcak ya da donduran soğuklar eklendiğinde resmen bir işkenceye dönüyor. Gecesinde belki de hayatının en güzel günü olacağının hayalini kuruyorken, sabah uyandığında bahçedeki tüm çiçekler ölmüş oluyor.

          İlk kelimede söylediğim gibi "hayat". Tekrarı olmayan, senaryosunda sadece senin olduğun ışığı az, seyircisi ziyadesiyle fazla bir oyun teorik olarak. Rolünü sen belirliyorsun, ancak replikler tamamen Tanrıya ait. Çünkü "İyiyim" diyorsun, güzel gidiyor... Aslında bok gibi, öyle değil mi? Sen bir astronot, bir doktor, bir filozof olmanın hayalini kurarken karın tokluğuna çalıştığın basık bir masa başında buluyorsun kendini ve yine de "İyiyim" diyorsun. Değilsin, kabul et. Hiç birimiz iyi değiliz, ben bu yazıyı buraya yazacak kadar yalnız, aciz ya da ismi her neyse ondan biriyim ve sen bu yazıyı okuyacak kadar çaresizsin. Zorunda değilsin ama "Acaba içinde ben var mıyım" diyorsun. hepimiz buradayız güzel dostum. Yalnızlar, çaresizler, yazanlar, okuyanlar, işe geç kalanlar, cüzdanını kaybedenler, makyajı akanlar, sevdiği kıza açılamayanlar, yüzme bilmeyenler ve daha nicesi; hepimiz buradayız. 

          Gecenin bir vakti zaten karman çorman olan aklına bir "acaba" düşer ve gözlerinden akan uykuyu alır götürür. Acaba ne zaman mutlu olacağım, ne düşünüyor, beni düşünüyor mu, sevmiş olsa bunu yapar mı, gitsem kızar mı, sever mi, özledi mi, aşk nedir, para nerede, anahtarı nereye bıraktım, çok mu abarttım, ödev ne olacak, sunumu hazırladım mı... Ohoo, soru çok. Örneklerde olmasa da senin de bir 'acaban' var değil mi ?

          Bu yazı da benim acabam. Acaba diyorum, neden ben? Yıllarımı verdiğim bir aşk ellerimden kayıp gittikten sonra hala yaşıyor olmak mı suçum? Yoksa hayat çiçekleri mi sevmiyor gönlümdeki kurak topraklarda yeşeren? Kumar oynamayı mı bilmiyorum, ki açılan her kağıtta kaybeden ben oluyorum? 2 gün içinde bir kart daha seçeceğim ve yine kaybedersem gönül sarayımdan bir oda daha çer çöp dolacak. Eğer kazanırsam, odalardan birini güllerle doldurup güller solduğunda sarayı ateşe vereceğim. Umarım gülü seviyordur...

6 Eylül 2017 Çarşamba

Bir küçük tabure

Hasretin boğum boğum dolanır boğazıma, sessizliğin sıkar ilmekleri. Kayboluşun karanlığım olur, yokluğun celladım. Bir küçük tabure yeterdi sen varken, şimdi o bile çok geliyor ayaklarımın altına, çekip gidesi var onunda, asılı kalacağım toprağın derinliklerinde...
Ölüm değil korkum, çileni götürebilmek korkutan beni, gözyaşlarımı götürmek cehennemin dibine kadar.
     Hepimiz birer savaşçıyız...

     Kimimizin elinde bir kılıç, kimimizde belki yüzyıllar öncesinden bir silah. Hayat bize doğru koşuyor, biz ona....


     Yüz binlerin heba olduğu yollardan geçiyoruz korkusuzca. Kan göllerinde yıkanıyoruz her geçen gün. Günahlardan birer siperimiz var hayatın akışına karşı duran. Mataramızdaki gözyaşları tek besin kaynağımız. Çavuş ya da general yok, rütbe yok. Biz varız bu kanlı savaşta. Sonuna kadar yaşamak için kanımızın son damlasını gözden çıkarmış durumdayız. Aşk, sevgi, dost, aile ve bir çok cephe var savaşın en çirkin yüzünü gösterdiği. 


          Ölüm korkumuz yok ancak bunca antik duyguyu silip atmaya da yeni bir aşk bulmaya da zamanımız yok. Seviniz.

Umut sadece bir isim midir sizin için?

          Yaşıyoruz öylece...
          
          Kıymetsiz öfke, gurur ve kinimizi bir daha asla sahip olamayacağımız zamanlar için harcıyoruz. Sayfaların rengi yok, şekli, şemali yok. Onları güzel sözlerle bir şiir kitabına döndürmekte bizim elimizde, kıpkırmızı bir mürekkeple intihar mektubu yazmakta. Benim tercihim boş ya da dolu, bütün kağıtları olması gereken yere göndermekten yana. Yani bir ağaç yetişsin isterim hiç anlamı olmayan sözler yazmak, hiç okunmayacak kitaplar basmak yerine yeni bir ağaç, bir umut, tertemiz bir nefese dönüştürmekten...

          Her fırsatta bahsederim hayallerden, öyle çok hayalim var ki...
          Ancak cesaretim yok, hayallerimin peşinden nefes nefese kalana kadar koşmak için. Bu yüzden bu yazıyı okuyorsunuz. Uzaktan bakıldığında şatafatlı bir hayat sürüldüğünü düşündüren bir konağın önünden geçiyorsunuz, tüm kötülüklere rağmen rengi hala beyaz, çatısında bir leylek yuvası ve bahçesi envai çeşit çiçeklerle dolu. İşte ben o konağım, yıllardır tadilatta, mobilyalara çarşaflar serilmiş "Kimseyi misafir edecek durumum yok" dercesine, yerler toz içinde, güneş görmemiş yıllardır. Kimseye diyemiyorum, böyle göründüğüme bakma içim kan ağlıyor diye.

          Böyle şeyler söylenmiyor artık kolay kolay. Neredeyse bütün duyguları saat bazına indirgedi yeni dünya, bütün sözler anlamını yitirmek üzere. Şiirler tuvalette sosyal medyada gezinirken okunur durumda, öyle basit öyle uçucu oldular. Filmlerde göz dolduran sarılma sahneleri yok, insanları özendirecek kadar sıkı sarılmalar. Ağlamak utanç verici gibi geliyor, ağlarken birilerine yakalanma korkusu sarıyor, onun bile tadı kaçıveriyor. 

          Pek beceremiyorum belki yazmayı ama anlatacak çok şeyim var ve bu yazılar yazılacak, ben hayallerimin yakasına yapışana kadar...

3 Şubat 2017 Cuma

Bir Unuttur Yaşamak

Her gece güneşten sonra çöker odana, en ücra köşelere kadar işler buram buram unutmak... Anılar oturur aklının bi ucuna, söylenir durur habire.

Onca yıl katlandığın bu işkence şu sözlerle biter sonra "Anasını avradını sittiklerim, gidin artık!"


2 Ekim 2016 Pazar

Son Mektup

Şiir yazmıyorum artık, güzel sözler.  Afili cümleler kuruyorum. Bir süre sonra anlıyorsun ki anlamak imkansız. 

İnsanları, sevmeyi, sevilmemeyi, özlemeyi, gülmeyi, ağlamayı anlayamıyorsun... Pes etmek yok, yakışmaz bana, öyle bırakıp gitmek olmaz dersin bir süre. Öyle üç gün beş gün değil, yıllar boyunca söylersin kendine, yüreğine. Ve gün gelir ne yüreğin dayanabilir, ne de ellerin eskisi kadar güçlüdür tutunmak için. Henüz yeşeren bir dal bulursun, bütün fırtınalara, yağmurlara bu dal için dayanırım, bu dala tutunur yine de yaparım dersin. Ve o yeşeren dal, senin özenerek suladığın, şarkılar söyleyip büyüttüğün dal kan kırmızı bir gül olur. Dünyanın karanlıkta kalan her şeyine rağmen kıpkırmızı, güzeller güzeli bir gül olur bir gün. 

Sonra insan olduğunu farkedersin, ellerine dikenler battıkça, ellerin kanadıkça anlarsın bir kez daha acıları, sevdiğin şeylerin verdiği acıları. O gül sana yar olma... 

Bahçıvanlar para için koparır atar... 
Biri sevgilisine verir, sevgilin olan o gülü. 
Biri sırf dikenlerini sever, yapraklarını döker gider... 
Biri o gülü birinin yollarına serer, ama sen o gülü bir kez bile sevemezsin ellerim kanlı diye. 

Bu benim gülümün son günü, ya son bir nefes tutup sarılacağım, ya da o gülü de kaybedersem yılların üstüne, ben de gül rengine boyanıp gideceğim kimsenin bilmediği yerlere.

Dua et benim için sayın okuyan, yoksa bu son mektubum olacak... 

18 Eylül 2016 Pazar

Durak mı yanlış, gideceğim yer mi..?

Sözüm söz, bekliyorum. Aslında beklerim dahasını da... 

Ama vakit işte, ne yüreğim bana söz verdi atarım diye, ne ben durabilirim yıllarca sözümde. Seni sevmek de var, elini dahi tutamadan yitip gitmek de var kısacık ömürde... Aylar yıllar demek kolay, saniyeleri saya saya, ilmek ilmek işledim bu bekleyişi kalbimin demir parmaklıklarına... Etme, eyleme, bu gecemi de viran etme.

"Vakit varken tomurcukları topla, zaman hala akıyor, bugün gülümseyen bu çiçek yarın ölüyor olabilir..." Death Poets Society

14 Eylül 2016 Çarşamba

Bu Kez Doğru Bekliyorum Galiba

Sanki daha önce hiç sabah olmamış gibi bu aralar, bundan önce güneş solukmuş, yeni yeni parlamaya başlamış gibi. Bu güne kadar yaptığım her şey yanlışmış, bu gün düzeltmişim gibi tüm hatalarımı. İlk kez doğru yerdeyim sanki... 

Ölü duygularım birer birer canlanıyor, ruhumu okşuyor sanki, daha önce varımı yoğumu alıp götüren rüzgarlar... Bu kez oluyor sanki, doğru zamanda, doğru yerde oluyor seni beklemelerim, bu kez doğru seviyorum galiba. Galiba, doğru bekliyorum bu kez...  

09/09/2016 21:03

17 Kasım 2014 Pazartesi

Son "Seni Seviyorum"umum...

     Tercihler arasında siyah renk mevcut mu acaba? Bu kadar karanlıkta olmayı istiyor muyuz? İnsanların bize dayattığı başarı, gelecek, yarın ve hatta dün için bu kadar karanlığa mecbur muyuz?

     Halbuki en kolay şey hislerimiz... Hissetmek o kadar kolay ki duyguları, acıyı, mutluluğu, huzuru, hatıraları. Bunları söylemek her şeyi zorlaştırıyor. Gün geçtikçe en basit doğruları söylemek bile en zor işlerden biri oluyor. Eminim ki sevdiğini söyleyebilmek herkes için kolaydı ama; İLK KEZ sadece. Her şey gibi onun da ilki çok değerliydi. "Seni Seviyorum" diye haykırmak yüreğin en derinlerinden. Sığ bir suya elini daldırıp onlarca değerli taşı bir seferde çıkarabilmek kadar güzel, sürükleyici ilk sevgi cümlemiz.

     Peki şimdi? Bu değerli taşları oradan çıkarmak neden bu kadar zor oldu? Kim yaptı bunu? Söylediğimiz kişi mi? Daha önce çıkardığımız taşları kaybetme korkusu mu? Bence hiç biri... İlk kez seni seviyorum dediğimiz kişi; bütün o değerli taşları sanki hiç bitmeyecekmiş gibi harcadı. En azından benim için. Dudaklarımdan dökülen her bir değerli taşı benden daha çok sevdiği birileri için, benden daha çok sevdiği bir şey için harcadı umarsızca.

     Yazılan bütün şiirler bir Facebook profilinde bir beğeni fazla alabilmek için harcandı sanki, sanki bütün hediyelerim ikinci el satan bir dükkanın ücra köşelerinde tozlandı. Öyle bir his ki, sevdiğim tek oyuncağım elimi dahi süremeden duvara vurulup parçalandı sanki...

     Her şeyin sebebi var. Benim uykularımın, şarkılarımın, kızmalarımın, üzülmelerimin, gözyaşlarımın tek bir sebebi varken, o sebebin hiç benim olamadı. Olmadı, yada olamadı. Sonuç olarak ben bu boş sayfaları, boş cümlelerle süslemeye çalışırken, belkide bir ayrılığın en büyük fotoğrafçısı oldu benim değerli taşlarımı hediye ettiğim kişi. Ben o taşları noktasına kadar hatırlarken, belki benim "Seni seviyorum"umu, başkalarınınkiyle karıştıracak kadar zengin şu an... Kim bilir, belkide bu yazıyı okuyordur...

"Kim bilir, belki "Seni seviyorum"dur HER ŞEY..."

13 Kasım 2014 Perşembe

Öldü duygularım, kırıldı kalemim

     Öldürdün duygularımı. Belki keskin kokunla, belki hırçın bakışlarınla. Öldürdün aşka inancımı...

Ne bir şiir yazıyor kalemim, ne bir dirhem laf ediyor dilim. Her yer karanlık gidişinden sonra, her yer darmadağın... Uykularım eksik, duygularım hükümsüz. Aşkım fütursuz, kelimeler uzun, lüzumsuz... Kim dinler ki benim Mecnun misali aşk hikayemi, kim anlar ki sana verdiklerimi? Giderken düşündün mü hiç beni,bir kez baktın mı ki arkana, bir kez olsun baktın mı beni hapsettiğin bu kör eden karanlığa? Eskidendi hüzünlenmelerim, hissetmelerim, eskidendi ağlamalarım. Şimdi aldın gittin duygularımı. Kızgın değilim, kızamam da zaten sana...

5 Kasım 2014 Çarşamba

Açılış İsyanı

Gün geçtikçe kirlenen Dünyada temiz kalmaya çalıştığımız için bunca yalnızlığımız.

Sevip, sevmeye devam ettiğimiz için belki. Uzaklarda da olsa, yanıbaşında da otursa, sadece sevdiğimiz için. Bi insanda aradığımız hiç bişey bacak arasında olmadığından, gözlerinin rengini bildiğimiz için yalnızız..

Şiirler yazabildiğimiz için sırılsıklam yalnızız, şarkıların tüm sözlerine sevdiklerimizi sakladığımız için durgun sularımız. Gecelerin ne kadar uzun olduğunu bildiğimizden, uykularımızın tadı tuzu olmadığından bu çokça yalnızlık...

Ruhumuzun derinliklerindeki eski aşklar, uykumuzun kaçtığı hayırsızlar, gözyaşımızda akıp giden pişmanlıklar, ses tonumuzda titreyen soğuk bakışlar, bırakıp gidişler, söylenmiş yalanlar, sönen alevler ve hâlâ seveceğim diye nara atan yüreğimiz bizi böyle yapayalnız bırakanlar.

"Her yer kapkaranlık olsa da, beyaz kalmanız dileklerimle..."

11 Mayıs 2014 Pazar

Anneler Gününüz Kutlu Olsun...

Hasretlerin en büyüğüsün sen, yanıbaşımdayken bile. Sen sevmenin karşılıksızlığısın, hayatın karmaşasına direnen bir çınar ağacı 4 mevsim çiçek açan. Aldığım her nefesi borçlandığım bir çiçeksin en güzel kokulara bürünmüş. Şiirler şarkılar anlamsız efkar kokan bakışlarına. Acını süpürmek boynumun borcudur, yıkamak tüm günahlarını. Her gün 11 Mayıs değil belki, fakat yürekler anlamaz tarihlerden.

"Anneler gününüz kutlu olsun, en güzel sıfatın sahipleri..."

18 Mart 2014 Salı

Kahramanı olmak istediğim bir masaldın sen benim...

Kahramanı olmak istediğim bir masaldın sen benim, ne bir kahraman olabildim, ne bitirebildik masalı. Bir ağrı, sızı gibi elimde paramparça hayallerim. Kısa cümleler kuruyorum artık, adın geçer diye korkuyorum. Korkularım, sarıp sarmaladı beni, yaktılar başımı, çektiler içlerine. Bak gör halimi, bir çöp parçasından farkım yok kahramanlar ülkesinde...

17 Mart 2014 Pazartesi

Bir Nefeste Çek İçine Beni...

Burda olmak mı zor olan, burda olmaman mı? Eksik olan şey, bir köprü mü boğazın manzarasında, yoksa boğaz mı eksik köprünün uçlarında? Gönlümde mi yoksun, gönlün mü bende kaldı? Yağmur damlaları mı yanaklarımı ıslatan, bana bıraktığın gözyaşları mı ? 

Susadım sana, nefes kadar, çöle damlayan bir damlacık gibisin; hiç gelmeyen. Şakaklarımı yakan bir duman gibisin, bir nefeste çektim içime. Boğazıma düğümlenen yıllanmış bir şarap aşkın, yutkunmak zor, söküp atmak acıtır. Vedaları öğrettiğin gibi kavuşmayı merak ettiriyorsun aklımın bir ucunda... Lafı uzatmaya gerek yok, dön işte, çok mu zor?

16 Mart 2014 Pazar

Kitabın Adı "Aşk"

Düşerim uçurumlarından, saçlarına, damla damla... Üşürüm alevlerinde, buz keser cehennemlerim. Karanlıklarında aydınlanırım istersen, uzağında olurum yada damarların kadar.

Takatim kalmadı dön demeye, peşinden gelmeye de. Aynı kahve köşesinde sen geçersin diye beklemekten başka bir çarem yokmuşçasına acizim, nefes alıp vermekten ibaret... Kitabımın son sayfasındayım, hep denk geldiğimiz otobüs durağında. Gelişini bekliyor kitabım, hep hayal ettiğimiz avrupa treninin... Kitaplarım var senden habersiz okuduğum, "Aşk" diye bir kitap kaldı elimde, bitmiyor sen olmadan. Sayfalar eksik, cümleleri devrik hep, son sayfası kayıp. Gel bi zahmet, bitirelim şu kitabı... 

Devler Ülkesindeki Sıska Vücutlar

Bir cüceyim senin yanında, devler ülkesinde. Sıska vücudum aşkının yoğunluğuna, ellerim titrer açık kalp ameliyatımda. Narkozun etkisindeki şiirler yazılır en tesettürlü nü resimlerine. Bülbül olmaz şiirlerin içinde, aşk, sevmek palavradan ibaret, adı yok bu unutulmuş yaşantıların, adı yok karla karışık güneşin. Katil bir çocuk, bir şizofren kelebek, kriptolu bir muhabbet kuşu aşkımızın açıklamasız başlıkları. Afrikadaki zengin çocuklar, sömürülen avrupa, köle olmuş Amerikalılar, çekik gözlü Ruslar kadar zıt birbirine yanyana olması gereken isimlerimiz. Zeus'un haberi olmayan bir aşk operasyonu, başarısızlıklarla süslenen. Birbirini hiç tanımayan kelimelerden oluşuyoruz, birbirini çok iyi tanıyan düşmanlar gibi. Kahkahalar atan "Ağlayan Duvar"lar ördük kalplerimizin çevrelerine, birer mahkum gibi özgür bıraktık yılkı sevdalarımızı... Öylece yalnız bıraktık birbirimizi kalabalık bir çıkmazda...

Bir Gülümse Yeter, Bir Tebessüm Kafi...

Bi gülümse yeter, bi tebessüm kafi... Sen batan gemilerimin etrafındaki ıssız adacığımsın benim, boş yere şemsiye aldım zannettiğimde yüzüme damlayan yağmur tanemsin.Geçtiğim köprülerin iki ucusun sen. Son paramı verdiğim piyango biletime vuran piyangosun sen. Hayal kurupta yüzünü hatırlayamadığım sevgilimsin. Kurduğum cümlelerde adın geçtiğinde bir aşk şiirine dönüşme sebebisin. Kışın soğuğunda donmak üzere olan sokak çocuklarının yaz güneşisin sen, şarkıların bittiği yerde başlayan semfoni senin sesin. Uyandığımda başucumdaki günaydın öpücüğümsün sen, siyah bir tuvale damlayan bir kırmızı noktasın sen, tuvali değerlendiren. Bir orkestrasın sen, aşıklar için dram müzikleri çalan. Elimi cebime attığımda beni gülümseten hatıramsın sen, yukarıya baktığımda uçan kuğulardan birisin... Romanlarımın eksik sayfalarından dolayı anlayamadığım kısmısın sen, vizyondaki filmlerden seçilecek en iyisi.  Kaybolduğum ıssız yollardaki son tabelamsın sen, biten yakıta son istasyonum. Trenlere eklenen son vagonumsun sen, çekip gidebileceğim son tren. Elektriklerin kesildiği bir şehirde sahil ateşimsin sen...

Adının olmadığı cümleleri anlayamıyorum, afişlerde sen varsın daima rüzgarda sana ait bir rayiha... Bir gülücüğün yeter bana... Bunların hepsi sen iken, fazlasını isteyemem...

15 Mart 2014 Cumartesi

Komedram

Bir hüzünlü şarkıydı bizimkisi, bir drama filmi. Karanlık bir orman öyküsüydü nefeslerimiz, sonu olmayan bir masal. Kalabalıklar arasında yapayalnızdık, ikimizde. Rüyaların en gerçeğini gördük. Yolculukların en uzunuydu, en yakın mesafelere. Dudaklarından damlayan birkaç damla kelimeye ihtiyacım vardı kurak aşklarımızda. Bir derin ateş yanardı yüreğimin saydam odalarında, sen göremezdin. Gitmeyi filmlerden öğrendin, kalmamayı gidişlerinden. Aşkı öğretemedi romantik filmler, filmimizin türü komedram oldu sayende... Öyle işte, komedram, komikçe seven bir aşık ve drama boğan bir aşktı ellerimizden kayıp giden...

11 Mart 2014 Salı

Derin Rüyalar..

Derin rüyalarda sevdan, bucaksız hülyalarda saklı... Sandık sandık kilitler vurdum gönlümün viran sevgi sözcüklerine. Başımı döndüren kokunu hapsettim hücrelerime, şarkılardan güzel sesini hapsettim aklımın köşelerine. Uykularım kaçık, aklım kadar. Aşkın içimde ilk gün gibi yanar. Sözcüklerim tükenir, sesim titrer, ellerim tutmaz artık, dönme geri. Sevmezsin sen mezarları, ziyaretleri...

10 Mart 2014 Pazartesi

Dalga Geçiyor Hayat...

Hayat bile dalga geçmeye başladı benimle, sen gidince...

Sesine benzer sesler gönderdi bana, kokuna benzer kokular... Özlemler sardı boynuma, kelepçeledi aşkını yüreğimin en derinine. Bir tebessüm dahi görmedim, gidişinin ardından döktüğüm gözyaşlarından sonra... Bir küçük güneş doğmadı kara bulutlarının ardından... Anıların birer yük sırtımda, adın bir acı hatıra. Gidişin filmin en hüzünlü sahnesi, özlemlerin yok tesellisi. Bilmem farkında mısın, "Elveda" deyişin aşkımızın katili...

Ölüler Konuşamaz

Her zaman acıtır yaralar, her zaman can yakar. En büyük kan kaybımsın benim, en büyük can kaybım. Felaketlerimin toplam adı, kuytu köşe başlarında damarlarıma zehirsin. Kadehlerimin kırık parçalarısın, şarabımın son damlası. Sen sarhoşluklarımsın benim, ağlamaklarım, yalnız kalmalarımsın. Sen nasır tutmayan tek yaramsın. Dikiş bağlamayan, halden anlamayan, gece uyutmayıp, bir nebze güldürmeyen sızılarımsın sen benim. Sen benim çekip giderken derimi de alıp giden takılı kaldıklarımsın. 
Sen, bakmaya kıyamadığım, ellere yar diye ellerini bıraktığımsın. Elvedalar yetmez sana, güle güle diyemem. Gittin işte, öldüm ben konuşamam...

8 Mart 2014 Cumartesi

Gülümse

Gülümse yağmur tanem, gülümse karayelim, gülümse alizelerim...
Denizlere üfle nefesini, dağlara aç gözlerini. Yürü, kıskansın kuğular asaleti. Gülümse aşk tanem, gülümse kardelenim... Gülümse belki geçer şu kar yağışları, gülümse ki dinsin şu acı gözyaşları... Gülümse kuzucuklar kırlara çıksın. Belki evim güneş alır, belkide yeni bir aşk filmi gelir köşedeki sinemaya. Parkta oynayan çocuklar geri döner belki, sen gülümse. Dalgalar durulur belki, vazgeçerler kıyıyı dövmekten, gemiler geri gelir, gülümse. Çiçekler soldu bahçemdeki, toprak kurudu. Ne bir damla gözyaşım kaldı damlatacak, ne mecalim var çiçekleri sulayacak. Gülümse, belki güneşin yeter çiçeklere. Gülümse işte sevgilim, gönlüme getirdiğin gibi dünyama da gelir belki baharın, sen gülümse...

İlk Göz Ağrım, Son Kaybımsın...

Hani olurya, şairin deli ırmakları, ressamın kalabalık caddeleri, türkülerin eşref saatleri? Bilmem bilir misin, sazların dilleri olur gönle konuşan? Romanlar olur, içinde çocukların koşuşturduğu, kurşunların atılıp duvarların konuştuğu romanlar...

Benimse bir buruk acım var içimde, bir kara sevdam. Şarkılara eşlik edecek nefesim de yok, çocuklarla koşuşturacak takatim de. Bende kalmış bir kokun var buram buram, içimi buran. Bir aşk şiiri var ellerimde duran, sana itafen. Kimselerin okuyamadığı, okuyanların anlamadığı basit cümlelerim var sana saklanan. Sen ise onlarca adım uzağımdasın benim, ellerimin uzanamayacağı tozlu raflardasın. Sen, benim ilk göz ağrım, son kaybımsın...

Şiir Denemesi.

Bu yoksulluk senden ötürüdür sadem,
Şarap değil, aşkındır ba'dem,
Halt etmişler Aslı-Kerem
Ben "sen" diye ölürken...

Hırçın yağmurlara direndi gönül yangınım,
Ben bir kibrit çöpüyüm, sen benim yangınım.
Kara kışlarda soğukluğunda kavruldum, yandım.
Yıllar geçti sensizlikten,
Bilemem bunca zaman nasıl dayandım...

Özlenir mi katiller?

Sence?

Mektup

Soğuyacakmış havalar... Bende hep soğuk zaten hava, ama sen sevmezsen yağmuru, kar yağışlarını.

Eldivenlerini eksik etme pamuk ellerinden, sıkı giyin sevgilim.. Hani kırmızı, örgü bi şapkan vardı, çok severdim? Onu da giy, saçlarını sal sonra... Hatırlar mısın bilmem, hani yürürdük kordonda, hafta sonları; yine yürüyorsan, yalnız ya da değil, şemsiyeni de al yanına. Islanmasın kirpiklerin... Gamzelerinden akmasın damlalar, ağlamak yakışmaz sana, yağmurda da ıslanma sırılsıklam. Zor oluyor hastalık, ben daha atlatamadım; sende hasta olma güzelim. Çayına tek şeker at yine, biliyorsun şeker zararlı, yaşlanmayı da sevmezsin, senden tatlı olmasın çayların. Çikolatalı kurabiyelerden bi tane de benim için al lütfen, kim bilir, belki karşına çıkarım ansızın? Senden sonra gitmedim o pastaneye, kurabiyelerle de aram yok artık. Tadı kaçtı her şey gibi. Sigaraya başladım bu arada, sana benzetiyorum onu...

İlk başta başımı döndürüyor diye sevmiştim, sonra bırakamaz oldum. Şimdi müptelasıyım, ciğerlerime yaptıklarını bile bile içiyorum. Dumanı da senin gibi alımlı, süzülüp gidiyor. Ve geri dönmüyor, ASLA...

Öyle işte, dikkat et kendine, özleme beni, iyiyim...

7 Mart 2014 Cuma

Bir Sen Var Beni Benden Alan, Bir Ben Var, Sende Kalan...

Korku yakışmıyor hiç sana, gitmek sana göre değil, ardından bakmak hele, bitirdi beni...

Sen giden son gemisin. Ömrümün son demi...
Güneşli başlayan günlerde yağan yağmursun sen, çarşaf gibi yağmış karın üstüne basan ilk ayak... Gönül ağacımdan düşen son yaprak...
Kayan ilk yıldızımsın sen, gerçekleşmeyen dileğim. Bir rüyasın sen, acılardan sorumlu meleğim...
Son estürmanımsın sen, hayat senfonimin tek eksiği. Kayıp notalarımsın sen, şiirlerimin noksan kelimesi...
Filmlerimin baş rolüsün sen, hiikayelerimin mutsuz sonu.

Ve sen bir bensin, beni benden alan. Bir sen var beni benden alan, bir ben var işte; sende kalan...

Yeminlerim var benim, seni unutmamaya...

Senden bana kalan bir edepsiz yalnızlık bu, mirasların en vefasızı. Sen ki benim gönlümün teli kopuk çalan sazı.
Sen ki günlerin en yağmurlusu, kışların en soğusun.
Sen dün çekip giden, cinayetimin sorumlususun.

Aşkın düşmanı belki, gidenlerin en güzeli.
Sigaramın en zehirli halisin,
Rakıların en seki...
Bir kar tanesi kadar soğuksun, bir o kadar eşsiz, narin...
Kadehlerimin son demisin sen,
Şubatların otuzu.
Sen kaybolmanın asıl adısın, terkedişlerin üstadı.
Sen ki beni yalnızlıkla sınayansın,
Güneşlerimi batıran.
Sen ki, beni hayata bağlayıp beni burda yalnız bırakansın.
Yılları saydın mı bilmem ama;


Satır satır yazdım seni aklımın köşelerine.
Boğum boğum işledim aşkını, kalbimin boş beyaz saraylarına.
Gecenin karanlığına gömdüm gözlerini,
Güneşin parlaklığına...

Ve; yeminlerim var benim, seni unutmamak adına...


6 Mart 2014 Perşembe

Öyle işte...

Gün doğar, gün batar, saat döner, vakit geçer gider.
Kuşlar yine öter sensiz, boğazdan yine vapur geçer.
Yine çalar pikap, yine de yazılır şiirler.
Öyle akıp gider günler, akıp gider…

Belki yine döner şansım, biri beni sever.
Eser belki rüzgârlar, sigaram yine tüter.
Yine de yaz gelir belki, sonra kış düşer.
Öylece akıp gider günler, akıp gider…

Sesim duyulur belki bir gün,
Çabuk gelir belki ölüm.
Geçer belki ömrüm, biter bu zulüm.
Öylesine akıp gider zaman, akıp gider gün…

Çiçekler açar bir yaz, baharı da görürüm.
Kışlar beyaz geçer belki de, biter kara gün.
Rüzgâr sıcak eser kim bilir, sadece kışın üşürüm.

Dedim ya, geçer elbet bir gün…

5 Mart 2014 Çarşamba

Gidemezsin Demiştim.

“Gidemezsin” demiştim…
Gidemedin işte. Gidemedin bir adım öteye bile…
Kokun burnumda hala buram buram.
Hala ısıtıyor ellerin beni,
Esiyor nefesin bende, rüzgâr gibi, okşuyor tenimi.

“Gidemezsin” demiştim…
Tadın hala dudaklarımda,
Dudakların sanki hala yanaklarımda…
İpek tenin dokunuyor sanki bana,
Aşkın kadar başımdan aşkın vücudumda…

“Gidemezsin” demiştim…
Gidemedin işte, hala karşıma çıkıyorsun köşe başlarında.
Hala aklıma düşüyorsun her bir anda…
Bir sen yaşar durur işte sol yanımda,
Sen “Gittim” desen de, senin bu beden de, can da... 



4 Mart 2014 Salı

Nasılda Gelip Geçtin Hayatımdan...



Daha küçücüktü ellerim, anca düşünce ağlardı gözlerim,
Bilmezdim kimi nasıl severim, delicesine nasıl özlerim.
Şarkılar anlamsızdı sen gelene dek, nasibim yoktu aşktan,
Nasılda gelip geçtin hayatımdan…

Harfleri yeni öğrenmiştim daha, yazdığım şiirler benden büyük oldu
Sen yokken oldu her şey, pamuğa ektiğim fasulyelerim soldu.
Uykumda kaçar giderdi çişim, ama seni rüyamda bile çıkaramadım aklımdan,
Nasılda gelip geçtin hayatımdan…

İlk kez sen öğretmiştin bana utanmayı, sevdiğine konuşmak ne zormuş,
İstemezdim bende aşktan yanmayı, o yaşımda, ama geçti, olan olmuş…
Senin için öğrenmiştim ben, duyguları gömmeyi…

Ve istemedim hiç, senin için, bir vicdansız için ölmeyi…

Kuru Yapraklar

Bıraktıklarını sardım hediye ettiğin çiçeklerin kuru yapraklarına. Yüreğimin korlarıyla yaktım, tek nefeste çektim anıları da, acıları da. Başımı döndürdü geçmiş, içime hapsoldu bu arada. Kayboldu tüm hatıraların, bir sen gidemedin, izin hala Şura'mda...

Ne Olacak Şimdi?

Ne olacak şimdi? Yine uyanıp günü mü yaşayacağız?
Hint kumaşı tenine, kimler terzi olacak?
O ipek ellerine hangi dikenler batacak?
Bembeyaz tenini hangi eller karalayacak?

Gitmeden önce cevap ver bana, sensiz bu kalp nasıl atacak!

Dön diyemem, dönersen burdayım sevgilim, gel al beni öldürdüğün yerden...

Hapsoldum...

Dört duvarın arasındayım, gözlerinde bir yerde. Bir başıboş zamandayım, yelkovanın ucunda. Zamanın durduğu yerdeyim, güneşin uzağında. Yüce dağlar var, güzel günleri saklayan. Bir ben var senini kaybetmiş, bir de sen, beni benden alıp gitmiş. Basit bir labirentteyim, çıkmaz sokağın birinde. Solan bir gülün dikenindeyim, doğan günün gecesinde. Sensiz bir uçurumdayım, ölümün son hecesinde. Gittiğin yollarda bir taş oldum, belki geri dönersin diye...

Yollarına güller serdim, solmadan gör güzelim. Güneşe adını yazdım, gece olmadan dön sevdiğim. Ardından bakmak daha da zorlaşıyor, sanki her adımında ölüm yaklaşıyor. Aşk değil bunun adı, susamadım henüz aşka. Çok sevdiğimi kaybettim güzelim, yaşamdan ayrılmanın tadı başka...

Dön diyemem, dönersen burdayım sevgilim, gel al beni öldürdüğün yerden...

3 Mart 2014 Pazartesi

Tut Ellerimi

      öyle ki..ben ellerini tutar gibi sevdim seni..
      sımsıkı tutarak..
      hiç bırakmadan..
      avuçlarım terleyesiye..
      ayrılmayasıya tuttum ellerini..
      ... ellerini tutar gibi sevdim seni..
      seni yüreğime mıhlar gibi...

Faili Meçhul

      suç aramıyorum..
      ne bir elektrikli sandalyem var ne de boğum boğum asma halatım...
      fail aramıyorum..
      ne sen varsın görünürde ne de aşk..
      hiçbir arayışım yok benim..
      ... sensiz bir yüreğim..
      sessiz gözlerim..
      bir de artık nabız veremeyecek bileklerim var..

     intihara dayalı cinayetim

Sar Beni Sarmala Sevdalara


Sar beni, sarmala sevdalara.
     Yak beni, çek içine son gücünle.
     Bırakma asla, alışkanlık olayım ellerinde.
     Bir duman olup gideyim yüreğine, ölelim bir gece ansızın.
Ölüm bulsun bizi, birlikte...

Dünün Olmak Vardı, Özlediğin.

      Keşke karşında da konuşabilsem. Seni gördüğümde titremesem.
      Şiirler yazsam sana, aşk fışkıran, şarkılar söylesem; içini ısıtan.
      Keşke bir çocuk olmasam karşında, ağlamasam. Keşke hatırlamasam adından başka bir şeyi,kaybolsam.
      Keşke kırılsa tüm kemiklerim, tuz buz olsam da anlatsam sana derdimi.
      Dilim tutulmasa keşke, şair olsam sevdiğin.
 Keşke dün olsam, geri dönmek istediğin...

      Keşke ben olsam karşında, bir ayna misali; kendini görebildiğin...

Bir Kalabalık Bar Taburesi

       Gece çöker, yanar hasret ışıkları yakamoz misali.
            Söner güneş, yanar içindeki aşk ateşi.
            Beklersin o gece bir umutla, prensini/prensesini.
            Karanlığı görmüştür insan, gelmez olur kimseler, dönmez olur saat kulesi.
            Ve bir yatağın olmamış gibi, uyuduğun yer bar taburesi.

Gitme Daha Fazla..

       Sen her adım attığında,
            Kayboluyorum biraz daha.
            Kokun uzaklaştığında,
            Nefessiz kalıyorum, anla...

            Gitme dediğimde sana,
            Gitmeyecektin daha fazla.
            Ölüm olmayacaktı hediyen bana,
            Küstürmeyecektin beni kendine; hayata..

2 Mart 2014 Pazar

Zifiri...

      Gece yarısını geçti saat, uyku gözlerime hücum eder.
      Aklımda yine sen, ben yine derbeder.
      Elimde aynı şişe, yanar sigaram.
      Çekerim dumanını içime, delicesine; bıraktığın boşluğu doldursun diye.
      Giden sensin, son nefesim, duman olmuş, zifir olmuş ne çare..? 

Sen..!

Sen;
      Gözlerinde kaybolduğum,
      Hissizleştiğimsin
      Son kadehimdeki şarap gibi,
      Sarhoşluğumsun.
      Yalnızlığımsın, gecelerimsin;
      Yüreğimin derinliklerinde
      Anlatamadığım.
      Garip duygularımsın,

      Yaşayıp ta anlatamadığım sevgilimsin...

Nerenle Sevmiştin?

Göz göze gelip âşık olmanın modası geçti artık. Yeni trend, kız cüzdana, erkek vücuda bakıyor.
Yani neymiş?
Artık insanlar kıçıyla seviyor...

Bir Şizofrenler

Psikolog dedi ki "sen şizofrensin". Dönüp dedim ki "hangimiz".
Kızdı, dalga geçiyorum sandı ve dışarı attı. Ama bilmediği bir şey vardı, ikimizi birden çıkartmamıştı ve ben hala doktorun ofisindeyim, bir sonraki seansımızda görüşeceğiz doktor...
(Bir şizofrenin dudaklarından dökülenler… Yazılı günlüklere inanmayın bilemezsiniz hangimizin yazdığını!) 

Bu gidiş hiç yakışmadı sana...

Kokunda rayihalar saklı, gözlerinde deryalar. Sesinde orkestralar çalar, saçlarında yılkılar özgürlüğünü yaşar. Ellerinde pamuklar açar, bakışların can yakar. 

Gitmek hiç yakışmadı sana, daha anne olacaktın çocuklarıma. Hayallarime mimar olacaktın, güneş olacaktın karanlıklarıma...

Bir düş olacaktın rüyalarımda, unutmamış olduğum bir rüya olacaktın uyandığımda. Sevgilim demeyecektim asla, adın "Aşk" olacaktı lügatımda. 

Gelip oturacaktın aklımın bi ucunda. Suyunu şelalerimden içecektin. Yüreğimde ısınacaktın kara kışlarda. Aklına estikçe gezecektin Dünya'yı, düşlerime binip gidecektin yedi kıt'aya...
Geceleri aya yürüyüp, güneşte uyanacaktık. Bu gidiş hiç yakışmadı sana...

Dön

"Kal" demedim diye gitmiştinya, "Dön" desem gelir misin? Alıp gittiğin canımı, geri verir misin?

Gitme

Sevgilim, Dur!

Sakın bir adım daha atma, gitme bir adım daha uzağıma. Özledim şimdiden seni, özledim ellerini. Gidişin miladı olur sevmelerin, gidişin miladı olur cehennemlerin. Gidersen, göm beni gamzelerine. Gideceksen beyaz tenin kefenim olsun, gözlerinde boğularak öleyim. Gideceksen bir adım daha; yanaklarına diksinler çiçeklerimi. Sesinde okunsun selalarım, ezanlarım...

Gideceğim diyorsan, beni de götür. Sensiz beni neylesin benliğim. Neylesin sevmeleri yüreğim... Eski sıfatı gelmez adının önüne, getiremem. Yüreğim her gün yanarken alev alev, dilim varmaz, eskitemem. Gitme, gidişin katilim olur, yolların sürgünüm. Gitme ne olur, gitme son günüm...

Düş ün...


Saatine bak ve saniyeler 1 dakikayı oluşturana kadar bekle. Sıkıldın değil mi?
Hayal et şimdi; seni saniye saniye beklediğimi,
nefes alışlarımı sayarak beklediğimi, sıkıldığımda tekleyen kalp atışlarımdan ritim tutup dinlediğimi, ağladığımı görmesinler diye göz yaşlarımı içtiğimi, hayalini kurup kendimden geçtiğimi ve bir kez daha düşün..
Neden seni seçtiğimi...

1 Mart 2014 Cumartesi

Zaman Nehirleri...


Durduramadığım tek tek şeydi zaman, ama hâlâ benimle bir akan, birde seni durduramadım... Koştum, yakaladım ama benden korkuyordun artık, gözlerin kaçıyordu gözlerimden, sözlerinse titriyordu dudağından çıkmak istemezcesine...
Ve yıllar geçip zaman akmaya devam ederken kalbim seninle atıyordu sessizce... 

Çocukluğumu Aldırdım.

Önce…
Kalbimin ıssız çöllerinde sürünen aşk'a susamış mecnun gibiydim…
Sonra...
Hayatımın coğrafyası güzel yüzün olmuştu, gülümsemendeki yerlerdeydim…
Ve şimdi…
Gittiğin gün sana olan sevgimi tozlu rafa kaldırdım ve içimdeki masum çocukluğumu kürtajla aldırdım... 

Ben Susanlardanım Sana Karşı...

Bazen sorarsın kendini birilerine.
Susar kimileri, söyleyecek hiçbir şeyi olmaz.
Kimileri birkaç sözcükle anlatıverir, uzun cümleler kurmaz.
Kimileri bakar uzun uzun, sessizliği ile konuşur, dudaklar kımıldamaz.
Ve bazıları susar işte, inadına. Çok fazla şey olur, sığdıramaz geçen vakte, ömre bile.
Tek bir sözcük yeter bazen ya, başka hiç bir kelimeyi sana yakıştıramaz
Ben, susanlardanım sana karşı
Tek bir sözcük az gelir bana, uzun cümleler ise hayattan bol zaman, senden yürek ister. İşte susuyorum ya, sana susuyorum anla, seni susuyorum anla. Cilt cilt kitaplar, ufacık şiirler yakışmaz hayatıma bedel sana. Ve suskunluğum bir eziyet olsa da, sen yeter ki anla, yüreğimde mezarlık var, gömülü aşklar, ‘Seni seviyorum’larla

Sessiz Senfoni

Sağır edebilecek kadar yoğun, kulaklarımı tırmalayan bi' sessizlik...

28 Şubat 2014 Cuma

Kırık Plak

Ne çok severdim seni…
Toprağa inat yeşerirdi duygularım!
Ölüme inat ölümsüzdü sana aşkım.
Ve sana inat sevmekti adı yaşadıklarımın.

Ne çok severdim dimi..?
Göçmen kuşlara düşman, senindi benliğim.
Deryalara ateş kadar zıttı, sevgim…
Ve sana inat yine de seni sevmiştim…

Ne çok ağlatırdın beni…
Unutmadım sağır kulaklarıma inat, sevmiyorum dediğini,
Elimi tutarken ellere inat, beni sevmediğini,
Ve sana inat ellerimin titrediğini.

Ne çok giderdin benden…
Köklü aşkıma inat, çekip çekip giderdin benden.
Seversin beni diye, fal bakardım çiçeklerden.
Ve sana inat, unuttum işte seni.

Sen kırık bir plaksın artık bana, gençliğimden…

Gel İstersen

Git istersen.
Gidebilirsin, kalman gerekmez.
İstemiyorsan anlamsız kalman…

Ben çok aşk uğurladım, sen de onlardan biri olursun işte.
Gidebilirsin elbet. Ben de terkedeceğim kendimi bu gidişle.
Sen çığlık çığlığa sus istersen. Ben anlarım.
Bırak avuçlarıma anıları, ben hatırlarım…

Gözlerini yere dikersin işte. Parmaklarınla oynarsın biraz.
Yanakların kızarır azıcık, gözlerin dolar, ağlarsın biraz.
Saçlarını yapmazsın, dağınık bırakırsın. Gönlüm kadar olmasa da, dağınık bırakırsın biraz.
Ayakların bir aşağı bir yukarı, inip çıkar dakikalarca. Hiç açmazsın, birleşik kalır ayakların.
Boynun bükük olur işte, bükersin biraz.

Birkaç dakika böyle eziyet edersin.
Sonra sırtını döner eziyete devam edersin.
Birkaç adım atar arkana bakarsın…
“Kal” demek isterim ben sana, gidersin…

Küçücük ellerini açar af dilersin.
Ama gidersin, kanım aktı birkez işte.
Artık öldürüpte gidersin…


Önemi yok dedim ya! Ağlarım ben her gece. Resmini ezberlerim belki, şarkılar yazarım hece hece. Saklarım belki seni sandık sandık, saklarım seni gönlümün sarayında. Dünya’yı unuturum ben, gitsen kaç yazar. Git işte, ben bakarım başımın çaresine. Bir kör kurşuna bakar en kötü ihtimalle!!!

Antik Acılar

Bir başka bu gün şehir...
Her gün binerdim bu gün kaçırdığım dolmuşa.
Her gün dolup taşardı kır kahvesi,
Işıldardı dükkânların vitrinleri,
Hep duyulurdu park havuzunun sesi,
Karşılardı hep, komşu teyzenin gülümsemesi,
Her gün canlıydı bu aşk şehri,
Bu mezarlıkta neyin nesi?
Neden burada bu antikacı?
Sanki yıllar önce unuttun beni,
Neden burada bu antik acı?

Kurşunlara Göğüs Germek Gibi Yalnız Uyumak.

Buruk anılar bana bıraktıkların, kırık bir kalp ardında kalan. Yoksulluğun diğer adı ayrılığımız, çığlıkların en güçlüsü suskunluklarımız. Ateşin en sıcak hali oyunlarımız, acının en saf şekli. Ölüm her an çıkacakmış gibi karşıma, seni her an görecekmişim gibi yolculuklar. Bir ceza bana yaşamak, nefes alamamak gibi sensizlik, çaresizlik. Kurşunlarla sevişmek gibi yalnız uyumak son demlerimde. Bir koca dünyaya doğdum birkaç yüzyıl önce, şimdi bir tabutluk yer kaldı ellerimde, sen gidince, ellere...

Gönlümün Fırtınası

Öyle yakıştı ki fotoğrafın duvarlara, öyle şirin göründü ki sıvası dökük saçma beyazlıklar. Sanki yerin orasıymış gibi, sanki eller yerine duvarlar sahip olmalıymış sana. Gönlümde de güzel durmuştun bence, asırlardır oraya aitsin belkide. Yüreğimdeki çiçeklerdir belki kokun, ruhumun notalarından belki sesin. Gönlümdeki deli fırtınalardan bir rüzgâr mı yoksa nefesin..?

Ya Sen ya da Sen..

Bozuk işte ya, bildiğin gibi. Kelebek etkisi midir nedir adı, yokmuşum gibi. Hani olurya bazen, şöyle bi bakarsın hiç bişeyin yoktur, cebinde paran, gidecek yerin, arayıp soran sevgilin, sevdiğin. Hiç bişey yoktur seni bağlayan. Bu gün denedim senin yerine başka birini koymayı, daha önce olduğu gibi yine olmadı. Aslında olmayacağından değil, ama ben yapamıyorum. Sana söylediklerimi söyleyemiyorum, komik değilim mesela ya da sevimli. Değilim işte, konuşulası değilim, konuşkan değilim. Senin anliycan ne diğerleri sen, ne de ben benim diğerleri için. Ya sen ya da sen belkide en doğru cümlem...

Aklımın Bi Ucunda Oturuşun...

Anlamsız, hâlâ aklımın bi ucunda oturuşun. Anlamsız hâlâ son aşkım olman, acı verici hatta. Rüyalarımda seni görmemi, uyurken aklıma gelmeni, en kalabalık anlarımda bile seni özlemeyi anlamıyorum. Şarkılarda seni çalmak niye bunca gafil gidişinden sonra. "Gitme" diyemedim belki, kalmanda söz konusu değildi aslında. Kumsala vuran dalgalar kadar basit oldu benim nazardan sakladığım aşkın son demi... Öyle işte, sıradan. Sen adımı bile unutmuş olabilirken ben hâlâ adına şiirler yazıyorum...

Kar Taneme...

Hani evin önüne kar yağar ya? Kar bembeyaz yapmıştır yolu, çatıları, arabaları. Dünya’nın rengi beyazdır o an için… Sende geniş bir camdan bakarsın, elinde bir kahve olur dumanı üstünde. Bi de kullanıyorsan sigaran tüter. Kısık sesle çalar radyo, yavaş yavaş akar gider kar taneleri gibi. O an bi iç çekersin ya hani, buram buram huzur dolar ya içine? İşte gözlerine baktığım her an o manzara çıkıyor karşıma...

Bir Küçük Masal...

Gözlerime yaşlar sıkış tepiş gelir. Dolup taşar damlalar. Ellerim nereye gideceğini bilmez, bakışlarım boşalır. Ne düşündüğümü bilmeden, ne yazacağımı düşünmeden kağıdı kalemi alırım elime. Alırım elime kalemi karalarım öylesine. Sonra bir manzara çıkar karşıma. Bir şehir, gece çökmüş dizlerine. Dalgalar durulmuş dinlenmekte. Yakamoz vurur kordondaki banklara, yapayalnız sandallar. Kum hala sıcak, sabahtan kalma biraz yorgun, ancak sıcak. Çıplak ayaklarıma giriyorum kumsala, deniz hafif serinletiyor, kan basıncımdan ayaklarım yine ısınıyor. Kum sanki güneşi içine hapsetmiş. Yürüyorum hayâsız, basiretsiz. Sallana sallana yürüyorum biryere… Elimde bir şişe şarap, benden önce o bitmiş sanki… Sonra aklımdan hiç çıkmayan o güzel kızı görüyorum ileride, o da benim gibi belki. O da avare…

Aklımdan kaçıp dışarı mı çıkmış diyorum kendime, o gülümseyip beni sarhoş ettikçe. Sonra gözlerime bakıp konuşturmaya başlıyor gözlerini. “Sen” diyor, “ben diyor, “gel” diyor, “git” diyor. O da benim gibi bu konuda, karalıyor. Yüreğim bir sızlar, bir cızlar, bir parlar oluyor. Ama gönül işte, karşı koyulmuyor. Kadife tenine tutunur ellerim, yürürüz birkaç adım. Sonra uzanırız yılların yorgunluğunu atar gibi. Yıldırırız kumları kum olduğundan. Öylece uzanırız, yıldızlara komşu olmak gibi. Bir gözlerimize bakarız, bir yıldızlara. Yıldızlardan bir parça koyarız her seferinde birbirimizin gözyaşlarına. Öyle sıcaktır ki elleri. Kumlar soğur o an, öyle güzeldir ki saçları onun, durulur dalgalar, söner yakamozlar. Parlar sevdiğim bir nur gibi. Ay söner, utanır belki, çeker gider. İskelenin tahtaları ağlar bazen, ağlar bu yüksek sesli sessiz aşka. Onlar bile isyan eder bir hayalden ibaret olmamıza. Sonra şarkı sona erer, uyanır zihnim…